Absürdiya’da öncek…..neyse boş ver
vazgeçtim.
“Gerçekten üst katı
olmadığına emin misin?”
“Sana dedim ya bunca zamandır
her yeri karış karış inceledim, atlayıp gözden kaçırmam mümkün değil.”
Hayal böyle deyince üst kata giderken büyük salona
tekrar bir göz gezdirdim.
Lokanta kocaman bir daireden oluşan devasa bir yerdi.
Perdeleri sanki çok eski yıllardan kalma gibi görünse de pencereleri iki yandan
yarım ay gibi kapatan sarı püskülleri olan kırmızı yere kadar uzanan şeylerdi.
Bembeyaz duvarlarla oldukça hoş bir uyum sağlamıştı. Derken aklıma tavana
bakmak geldi. Kocaman bir Ying-Yang sembolü vardı ama bunu ejderhalarla
resmetmişlerdi, iki kocaman ejderha tüm heybetleriyle birbirlerinin etrafında
dairesel bir döngüdeyken resmedilmişti. Cidden şahane bir şeydi harika bir iş
çıkarmışlar.
Vay arkadaş!
“Efendim, bir şey mi dedin?”
“Yok bir şey demedim tavana ilk defa baktım da
cidden kim yaptıysa harika bir iş çıkarmış ona şaşırdım.”
“Evet ilk gördüğümde ben de çok büyülenmiştim
enfes bir şey.”
-Umut bey, Hayal hanım şöyle buyurun lütfen.
-Aha daha önce neden fark edemediğim belli oldu duvarla
bütünleşik görünmez kamufle bir asansör kapısı varmış meğer.
Asansör öyle çok büyük görünmüyordu ancak bir şeyler
tuhaftı ki buna da beş dakikadır hâlâ içinde olup yükselmemize rağmen niye hâlâ
gelmediğimizi çok merak ediyordum.
“Hey sence
de bu çıkış çok uzun sürmedi mi?”
Hayal düşünceli bir tavırla önce yüzüne düşen saçını zarif
bir şekilde kulağının arkasına çekip konuşmaya başlamıştı.
“Evet haklısın,
çok sürdü inan ben de çok tuhaf buldum dışarıdan tek katlı bir bina gibi
görünüyordu halbuki ama neyse bakalım bekleyip görelim.”
“Şimdi
aklıma geldi de biz neden fısıldaşıyoruz ki?”
“Bilmem
yanımızda ki kadın pek bir ciddi duruyor da ondan herhalde.”
“Şey hanımefendi daha ne kadar çıkacağız acaba, burası kaç
katlı bir bina böyle?”
“Çıkmak mı?”
“Ah hayır hayır, daha yeni başladık çıkmaya buranın asansörü
biraz farklıdır da. Geçtiğimiz beş dakika içinde önce asansör salonun
etrafından dönüp, yere inip bir kilometre kuzeye doğru düz gittiği için ondan o
kadar sürdü. Asıl şimdi çıkmaya başlıyoruz.”
“Ne dedin?”
Önümüzde ki uzun boylu, kızıl düz saçları olan kadın
sanki yemek tarifi veriyormuş gibi o kadar sakin bir şekilde söyledi ki cidden
sinirim bozuldu.
“Hayal
burada daha fazla şaşıramam sanıyordum ama cidden her an her yerden bir
tuhaflık bekliyorum artık. Şu rahatlığa bak sanki yemek tarifi veriyor.”
“Evet haklısın
Umut, yalnız beline kadar olan kızıl düz saçları çok güzelmiş. Aah ben de böyle
uzatmak isterdim ama saçlarım hiç elverişli değil.”
O böyle deyince tekrar Hayal’in omuzlarını okşayan güzel
kıvırcık turuncu saçlarına baktım.
“Olsun
senin de saçların çok güzel görünüyor bence sana çok yakışmış.”
Aslında bir an boşta bulunup ağzımdan bu sözler çıkmış
olsa da olan olmuştu artık. Ben böyle dedikten sonra Hayal’in duyduğu utançtan
ötürü hafiften pembeleşmiş yanaklarıyla gülümsemeye çalıştı.
“Aa ö-öyle mi
dersin çok teşekkür ederim.”
Biz böyle kendi aramızda konuşurken hafif bir sallama ve
gürültüyle asansör durdu ve kapıları açılmaya başladı.
-Evet efendim geldik, sabırla beklediğiniz için çok teşekkür
ederim.
Kızıl saçlı personel
iki metre karşıdaki yine beyaz renkli kapının önünde durdu ve derinden nefes
alıp iç geçirdi. Sonra kapıyı içeri doğru açıp bizi de içeri davet etti.
-Lütfen şöyle buyurun efendim.
İçerisi devasa bir kütüphaneydi sanki, tek büyük bir
penceresi olan dört duvarı da kitaplıklarla döşenmiş kocaman bir odaya
girmiştik. İçerideyse üstü kitap yığınlarıyla dolu minderlerin üstündeyse uzun
boylu saçları dağınık sinek kaydı traşlı genç bir adam oturmuş elinde tuttuğu
kitabı okuyordu.
-Patron, beklediğin misafirler geldi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder