🎼 Kimseyi görmedim ben
Senden daha güzel
Kimseyi tanımadım ben
Senden daha özel
Kimselere de bakmadım
Aklımdan geçen
Kimseyi tanımadım ben
Senden daha güzel 🎼
-Kaptan şuradan bir
öğrenci iki tam alır mısın?
-Lütfen arkaya doğru
ilerleyelim, bekleme yapmayalım.
“Evet efendim
yoldayım şu an. Evet anladım Mahpeyker caddesini geçtikten sonra ki ilk sola
dönünce sağda ki bina. Evet anladım.”
Hah la parayı vermeyi unuttum dur kalkayım.
“Yavrum şuradan iki
kişi uzatır mısın?”
“Peki teyzecim.”
“Yok efendim size
demedim.”
“Reis be şuradan da
bir kişi alır mısın kestirmede inecem.”
“Abi bir öğrenci de buradan,
kardeş buradan da üç kişi alsan sana zahmet.”
İnsafsızlar beni mi beklediniz
ya, telefondayım görmüyor musunuz?
“Umut bey beni
dinliyor musunuz? Meşgulsünüz galiba?”
“Abi buradan kaç
kişiydi? Üç mü iki mi?”
“Nasıl? Umut bey?”
“Evet efendim kulağım
sizde ben dinliyorum sizi”
“Nasıl
dinliyorsunuz? Allah aşkına napıyorsunuz siz? Size önemli bir şey anlatmaya
çalışıyorum bu ne gevşekliktir canım.”
“Abi sen ne kadar
verdiydin şoför soruyor? Dur ama ben bunu size söyledim değil mi?” Aha sıçtık
sıçtık sıçtık naptın Umut sen şefe denecek laf mıydı o? “Efendim
çok özür dilerim cidden. Şu an halk minibüsündeyim ve şoföre para vermeye
kalkınca herkes birden parasını uzatınca karışıklık oldu nolur kusura bakmayın.”
“Orasını anladım
zaten neyse insanlık hali olabilir tabi ama biraz daha dikkatli olursan
sevinirim.” Leyla bu çocuk resmen ya haha…
“Peki reis olurum
sen kafanı yorma… Hasss…ee ben bunu da içimden demedim değil mi?” Esselâa tü…
aha valla ölmek istiyorum ya şu an nolur, uzay mekiği falan çarpsın şu minibüse,
deprem olup yer yarılsın da içine girsem keşke utancımdan öldüm zaten…
“Evet Umut reis
demediniz. Bence siz telefonu kapatıp bir kendinize gelince görüşelim, adreste
sıkıntı çıkarsa iletişime geçersiniz tabi kafanız sakin olduğunda. Ahaha ahh gözlerim
yaşardı gülmekten alem bu Umut ya hoş işini de iyi yapıyor, efendi de ama oyyhh
kendimi zor tuttum. Kendimi kasmaktan karnım ağrıdı.
“Ta-tamam efendim
çok özür dilerim tekrardan, olur görüşürüz.”
-Annee, bu abinin
yüzü niye renkten renge giriyor? Uzaylı mı ki o?
-Sus bakayım sen
ayıp büyüklerinle öyle konuşulmaz.
-Amaa niye yaa çok
komik baksana şuna pufufu.
-Pıft! Ca-canım
dön-ahah-önüne sen tatlım ha-kıhkıh-di bakayım ayıppühühaha…
Sağ ol be ablacım iyi ki uyardın hani çocuğu, ayrıca güldüğünü
bile saklamıyorsun artık be kadın! Madem saklamayacan başta ne kıvranıyordun o
kadar. Aah cidden ölmek istiyorum. Noolur Çinliler yine bir boklar yiyip
başımıza bela olsun ve tüm dünya da genel karantina olsun ve aylarca, yok
yıllarca odadan dışarı adımımı atmayayım. Noluur ya çok mu şey istiyorum.
-Mahpeyker caddesinde inecek var mı?
-Evet kaptan müsait
bir yerde.
Hah burada inecem, çok şükür bugünde günlük rezil olma kotamızı
da doldurduğumuza göre artık gönül rahatlığıyla inebilirim.
Minibüsten indiğim gibi
şefin söylediği adrese uyup sola döndüm ve biraz yürüdüm. Ancak o loş karanlıkta
tam seçemedim ama gideceğim yer böyle sanki perili köşkün günümüz modern hali
gibiydi. Alışılagelmiş bina boyasından farklı boyanmıştı. Koca binaya dev
bir ağaç dövmesi yapılmış gibi görünüyordu.
Gayri ihtiyari
temkinli bir şekilde yaklaşmaya başladım. Ne yani hiçbir şey olmamış gibi mi
yaklaşaydım. “Aa ne kadar güzel bir bina mimarı kim ki ohohoho~~” “ağğhh
mızmızlanma da yürü işte Umut. Mesai bitiminde şeften o son işi kabul
etmeyecektim ya. Şimdi ne güzel evde oturmuş anime seyrediyor olurdum, yanına da
köpüklü sade Türk kahvesi hehehe ağzımın suları aktı resmen öhömm neyse kendine
gel adamım.”
Ben böyle kendi
kendime söylenirken perili binanın kapısına gelmiştim. Ama doğru yere mi geldim
pek emin olamadım açıkçası, kapı o kadar kötü ve eski görünüyordu ki sanki
dokunsam yıkılacakmış gibi bir hali vardı. “Sanırım mimar bütün parayı
dövmelere basmış anlaşılan kapı gariban kalmış.” Derken şöyle kapıdan bir iki
adım geri çekildim ve o loş ışıkta binanın üstünde olan dev çınar ağacı resmine
baktım. Devasa gövdesinin dallarının ucunda binanın camları gözüküyordu cidden
ilginç ve güzel bir tasarım olmuş. Tam kafamı kapıya doğru indirirken kol
saatime vuran ışık gözümü almıştı. “Oo saat de 20.22 olmuş inşallah bir an önce
işimi bitirir de son otobüsü yakalarım bari.”
Elimi âtıl durumda
ki kapıya uzatıp açmış ve içeri girmemle yüzüme milyonlarca ışık hüzmesi hücum
etmişti. İstemsizce gözlerimi kapamıştım. Ama bir şeyler tuhaftı neden kuş
sesleri duyuyordum? Hem de bu saatte, binanın içinde ve burası neden bu kadar
sıcak oldu derken gözlerimi yavaş yavaş aralıyordum ama gözlerime
inanamamıştım. Gözlerimi birkaç kere önce uzun, sonra kısa aralıklarla
kırptım. Ancak manzara değişmemişti.
Ayrıca saat akşamın
20.22siydi buna emindim ancak hava neden bu kadar aydınlıktı? Ne ara sabah
olmuştu? Burası binanın içine hiç benzemiyordu. Önümde, kenarlarında bin bir
çiçeklerle bezenmiş patika bir yol uzanıyordu ve etraf heybetli çınar
ağaçlarıyla doluydu. Dallarında çeşit türlü daha önce hiç görmediğim her biri
ayrı renkte olan bir sürü kuş vardı. Gökyüzüne baktım o kadar açık ve adeta
yağlı boya tablosundan çıkmış gibi pürüzsüz bir mavilikteydiki kendimi şu az
ötedeki çimlerde sırt üstü yatıp bu eşsiz güzelliği seyredesim geldi. Sonra
yavaşça kafamı indirip etrafı gözlemlemeye başladım.
Biraz uzakta birkaç
ev gruplaşması görüyordum sanırım bir köy olabilir ya da en azından ufak bir
yerleşim yeri de olabilirdi. Ben etrafı incelerken burnuma çok güzel çiçek
kokuları geliyordu. Bu kokulardan sadece ıhlamuru tanıdım çünkü o daha
baskındı. Gözlerim ıhlamur ağacı aradı ama sanırım yeterince yakınında değildim
o yüzden göremedim.
Sonra birden aklıma
girdiğim kapı geldi ve hemen arkamı döndüm ama yoktu! Koskoca kapıyı bırak o
heybetli bina bile yoktu? “Allah aşkına neredeyim ben, burası neresi?!” diye
hayıflanırken arkamda kaldığı için görmediğim bir tabela gözüme ilişti, hemen
yanına gidip ne yazdığına baktım.
ABSÜRDİYA’YA HOŞ
GELDİNİZ!...