Çatlak maziden
dolayı ortam bir an sessizleşmişti. Ne Hayal ne de ben bu sessizliği bölmeyi
düşünmüyorduk. Çünkü geçmişte ne yaşandıysa üzücü bir olaydı sanırım. Ayrıca
önümüzde ki sehpada duran bize verilmiş bu tuhaf zamazingo daha çok ilgimizi
çekiyordu. Yani bu ilginç şeyi şimdi kurcalamayacaksak ne zaman kurcalayacaktık
ki?
Hayal’e doğru göz
ucuyla baktım o da benle aynı düşünüyormuş gibi ilgiyle önümüzdeki ilginç
silaha bakıyor ve incelemeye çalışıyordu. Derken kendisine baktığımı fark etmiş
olsa gerek o da göz işaretiyle aleti gösterip yanıma doğru biraz eğildi.
“Ne dersin elimize alıp bir göz atalım
mı?”
“Valla çok iyi olur, ben de tam sana aynı şeyi soracaktım sen önce
davrandın.”
“Ayrıca ortamda garip bir hava oluştu ve bu havayı bozmak pek içimden
gelmiyor.”
“Haklısın ben de tedirgin oldum.” Deyip eline kitabı almıştı. Aslında gayet sıradan bir kitap gibi
görünüyord…
Yok yok yanlış
okumadın sevgili okur kitap dedim nedenini zaten az sonra anlayacaksın az daha
sabret ama sana da hak veriyorum ilk gördüğümde ben de çok şaşırmıştım. Hatta
elinde olmasına rağmen Hayal de çok şaşırmıştı ve sanki sıradan bir kitapmış
gibi şaşkınlıktan arkasını çevirip konusu neymiş diye bakıp, sonra aynı
şaşkınlıkla sayfalarını çevirip bakmaya başlamıştı. Tabi içine bakıp ne
olduğunu anlayınca anca kendine gelmişti. Şimdi senin elinde de böyle tuhaf bir
şey olsa sen de aynı şekilde davranmaz mıydın? Hımm yine muhabbete daldık, ne
diyorduk haa biz hikâyeye dönelim değil mi?
Elime alır almaz
resmen şok olmuştum. İlk anın şokuyla sanki kitapçıya girmişim de kitaplara
bakıyormuşum hissi oluşmuştu. Şaşkınlıktan sıradan bir şeymiş gibi kitap
açıklaması için arkasını çevirmiş, sayfalarını karıştırıyordum. Sonra
sayfaların birinde durup, o olağan dışı ekranı ve bildirimleri görünce anca o
zaman kendime gelebilmiştim. Sanki yüzlerce tableti sıkıştırıp kitabın
sayfaları haline getirmişlerdi. Cidden çok ilginçti ve acayip hoşuma gitmişti.
Sonra acaba kalem ya da silah gibi dar bir şeyler olsaydı nasıl görünürdü diye
düşünürken elimde bir hareketlenme hissettim. Kitap aniden az önce ne
düşündüysem o şekli almaya başlamıştı. Önce şık bir dolma kalem, sonra da eski
dönem bir altı patlar revolver olmuştu. Şaşkınlık içerisinde Umut’a bakmıştım o
da benim gibi şok olmuş vaziyette bana ilgiyle bakıyordu.
“Sen de gördün değil mi?”
“Evet evet, bu inanılmaz bir şey.”
“Al sen de denesene. Sadece bir şey
düşünmen yeterli.”
Dikkatli bir şekilde
elime alınca birden ne düşüneceğimi şaşırdım. Cihaz sanki iyi çekmeyen yerel
televizyon kanalı gibi önce biraz karıncalandı ve aklıma televizyon gelince
birden elimde küçük bir cep televizyonu belirmişti.
“Aaah hep böyle bir şeyin hayalini kurardım. Seyrettiğim bir animede görmüştüm
böyle cep telefonundan ya da kol saatinden fırlayan televizyonlar çok harika
görünüyordu.”
“Evet çok hoş görünüyor. Gerçekten böyle
bir cihaza sahip olmak isterdim.”
“Değil mi? Değil mi? Bence de çok havalı.”
Sırasıyla animede
gördüğüm o ilginç eşyaları hayal etmiştim ve hepsi de kusursuz bir şekilde
oluşmuştu. Aah rüyada gibiydim resmen.
“Baksana Hayal şu her eşyaya döndüğünde ortaya çıkan düğmeye benzeyen şey
ne ki?”
“Bilmem ki benim de ilgimi çekmişti
aslında ama dokunmaya fırsat olmadı”
Biz kendi aramızda
böyle fısır fısır konuşurken karşımızdan çok ciddi bir ses gelmişti.
“Sakın ona basayım deme!”
“Tabi hâlâ bu
evrende insan olarak, şu anda, bu yaşta ve bu şekilde görünmek istemiyorsan.”
Ürkütücü sesin
sahibi kaşları çatılmış bize doğru bakan Fatih’ten başkası değildi.
Yüzünü gördükten
sonra hayalbası gözlerimi Fatihten ayıramadan sakin ve dikkatli bir şekilde
önümüzdeki sehpaya koydum.
Evet bundan sonra
alete Hayalbas demeye karar verdim insanların hayallerini gerçeğe
dönüştürdüğünden çok mantıklı gelmişti. En azından tuhaf alet demekten iyiydi
öyle değil mi?
“Ah, Fatih onların
bir suçu yok biraz daha sakin olabilir misin?”
“Lütfen onun
kusuruna bakmayın geçmişi hatırlayınca sinirlendi sadece sizle bir alakası
yok.”
Zeynep’in suratında
Fatihten çok farklı bir ifade olunca şaşırmıştım. Yüzünden aşırı endişeli
olduğunu görüyordum.
Bu kadın bu kadar sevecen ve iyi biri miydi ya?
Ben böyle düşünürken Fatih tekrar gürlemişti.
“Nasıl alakası yok Zeynep? Elindeki aletle sanki bir
oyuncakmış gibi oynuyorlar?”
“Tıpkı onun…”
Adamın yüzünde birden fazla duygu vardı sanki öfke,
suçluluk, özlem, kaygı, endişe. Tabii ki de bunların hepsini öfke maskesinin
arkasına iyi saklamıştı ya da öfkesi diğerlerine daha baskın gelmişti de
diyebilirim.
“Bana bakın o aleti amacı ve bilgim dahilinin dışında ya da
kötü bir niyetle kullanırsanız,…”
Fatih o kadar sinirlenmişti ki sinirden tüm vücudu titriyor
gibiydi. Kendini azıcık sakinleştirmek için önce gözlerini kapadığı sırada
sözlerini yarıda kesmişti. Sonra başını ağır bir şekilde sağa doğru çevirmiş,
ardından derin bir nefes aldıktan sonra gözlerini tekrar açıp aynı sinirli sert
tonda sözlerine devam etmişti.
“Gözünüzün yaşına dahi bakmam, hangi delikte olursanız olun
sizi bulur ve oracıkta öldürürüm!”
“Hatta öldürmekle kalmaz, sizi ibreti alem olsun diye
cesetlerinizi tüm evrene eşit parçalar halinde dağıtırım!”
“Ama siz öyle yapmazsınız öyle değil mi? Akıllı insanlara
benziyorsunuz.”
Etrafına çok güçlü ve karanlık bir hava yayıp tüm soğuk
kanlılığı ile bunları söyleyen Fatih’in karşısında istemsizce yutkunmuştum. Daha
da korkutucu olan son sözlerini az önce sanki bizi tehdit etmiyormuş gibi
sevecen bir ifadeyle söylemesi daha da ürkütücüydü.
“Kendine gel artık Fatih!”
“Dedim sana onların bir suçu yok diye, her insan aynı
tepkiyi verir. Ama her insan Cenk’in yaptığını yapacak hali yok ya.”
“Tekrar onun kusuruna bakmayın lütfen, Cenk, Fatih için bir
eleman ya da yardımcıdan çok kankası gibiydi.”
“Ne var ki bunda
Zeynep aynı hataları yapmamaları için onları “nazikçe” uyarıyordum.”
“Hatta görmedin mi en sevimli halimle gülümseyerek sözlerimi
bitirdim.”
“Seni salak! Hangi insan böyle tehdit edildikten sonra
korkmaz?”
Az önceki gibi kudretli olmasa da yine iğneleyici ve alaycı
bir yüz ifadesiyle bunları söyleyen Fatih araya girmişti. Ama Zeynep’in sanki
sabrı yavaştan tükeniyormuş gibi görünüyordu.
“Kendine gel yoksa tüm mangalarını çöpe atarım bak!”
“Anladın mı beni?”
İşaret parmağını ona doğru gösterip bunları söylerken
yüzünde kızgınlıktan çok endişe ve merhamet vardı sanki. Ama nasıl yapıyorsa o
da yüzüne ustaca yalandan kızıyormuş gibi görünmesini sağlayan kızgınlık
maskesini takınmıştı.
Allah’ım bunların ikisi de kaçık nereye düştüm ben
böyle?!
“Nee?!”
“Seni vicdansız
kadın sakın benim kıymetli hazineme dokunma!”
Zeynep, manga yığılı
olan masanın üstünden bir tane almış ve yüzünde yoğun bir tiksintiyle
sayfalarını çevirip baktıktan sonra Fatih’e doğru sallamıştı.
“Hımm, bilmem ki misal
bu mangayı hiç sevmemiştim hep okuyup okuyup pis pis sırıtıyordun. …ıyy çok
iğrenç.”
“Aaah hayıır! Tamam
tamam söz bundan sonra lafını dinleyeceğim dur nolur yapma.”
“Umut ben cidden korkmaya başladım, gece
vakti yalnız kaldığım ıssız ormanda bile bu kadar tedirgin olmamıştım.”
“Seni kesinlikle anlıyorum ben de aynı fikirdeyim. Ne yapsak ki onlar
tartışırken tüysek mi? Şahsen cesedimin her parçasını tüm evrende dolaşmasını
istemem. Ben hepsinin bütün halinde olduğunda daha mutluyum.”
“Fufufu”
“Hey bunda gülünecek bir şey yok. Ben gayet ciddiyim bu deli herif
yapacağım dediyse yapar valla.”
“Ahh, kusura bakma bir an hayal ettim
de, tüm evrende minik minik Umutların dolaşması fikri nedense komik geldi
kendimi tutamadım.”
“Hatırlatırım adam sadece beni değil seni de minik parçalara bölmekle
tehdit etti, bunu unutmasan iyi olur.”
“Ughh… Doğru haklısın bak bunu bir an
için unuttuydum. Sağ ol be…”