17 Haziran 2024 Pazartesi

Absürdiya 5.Bölüm : Haylaz Patron

 



Derin bir sessizlik…

 

Aahhh beni deli ediyor şu pislik!

ArrrgggH!


 -Hey!

 -Patron! …

 -Seni kokuşmuş pis otaku!

-Sana diyorum ki beklediğin misafirler geldi.

-Neden o lanet olasıca kafanı kaldırıp bir hoş geldin demiyorsun ha?!


“Hayal ben bu kadından iyice korkmaya başladım baksana şuna o kadar kızdı ki yüzünde damarlar ortaya çıkmaya başladı.”

“Evet haklısın ama sessiz kalıp ortamı iyi okumamız gerekiyor, şu an ne olacağı hiç belli değil çünkü. “

“Aslında şurada oturan saçı dağınık manga okuyan kişiden mi korkmamız gerekiyor, yoksa yanımızda duran bu kadından mı, tam emin değilsem de en iyisi biz tedbiri elden bırakmayalım.”


“Len! Siz de ne fısıldaşıp duruyorsunuz yetti artık be! Geldiğimizden beri bıdı bıdı bıdı, ne söyleyecekseniz açık açık konuşun artık!”

-Aha! Karşıdaki adam kulaklarını tıkadı!

“Seni var ya!”

“Off bıktım artık, seni gevşek herif!”

“Sana dedim ki beklediğin misafirler geldi şu kafanı kaldır da bir bak be lanet olasıca kokuşmuş otaku herif seni!”


O böyle söylenirken karşımızda duran adam adeta tepesi atmış öfkeli bir suratla bize bakıyordu.


“ZEYNEP!!!”

“Sana kaç kere diyeceğim manga okurken beni rahatsız etme diye!”

“En güzel yerdeydim ne tepemde bıdı bıdı konuşup duruyorsun!”

“Ben sen kaplıca keyfi yaparken rahatsız ediyor muyum?”

“AYNI ŞEY Mİ O APTAL!”

Ahhh!

-Bir dakika o kadın ne ara oraya gitti az önce yanımızdaydı ve adamın kafasına yumruk attı. Cidden nereye geldik biz her dakika ayrı bir şaşırıyorum.

Böyle konuşurken karşımızdaki adam kafasını ovuştura ovuştura bize el işareti yapıp önünde ki koltukları göstererek oturmamızı işaret edip konuşmaya başladı.

“Ahh, demek geldiniz. Size en içten saygılarımla hoş geldiniz diyorum.”

“Ben buranın patronu Fatih memnun oldum.”

“Bu genç hanımda yardımcım Zeynep.”

“Ayrıca kendisi bensiz yapamaz ve hep başı sıkışıp çaresiz kaldığında “Kyaa! patron ne yapacağız lütfen yardım edin!” diye çığlık atıp yanıma koşaslkjdlaksjd!”

“Ahhh! Yine ne vuruyorsun be kum torbası değil bu benim kafam kafam!”

“Sen de yalan yanlış gereksiz bilgiler verip durma da adam gibi konuş!”

“Ahhh seninle ne yapacağım ben bilmiyorum ki?”


Elini alnına koymuş duran, adının daha yeni Zeynep olduğunu öğrendiğimiz kadına şaşkınlıkla bakarken lafa girmenin tam sırası olduğunu anlamıştım. Göz ucuyla Hayal’e baktım o da aynı benim düşündüğümü düşünüyor gibi görünüyordu.


“Memnun oldum ben de Umut.”

“Evet ben de memnun oldum.”

“Adım Hayal bu arada, bizi neden ve ne amaçla buraya getirdiğinizi sorabilir miyim acaba?”

“Hımm…”

“Cidden güzel bir sevgili çifti bulmuşuz bu sefer Zeynep, bunlar bize yardımcı olacaklar gibi görünüyor ha ne dersin?”

“Şeey, o maalesef benim sevgilim değil burada tanıştık, yani…” “…henüz.”


Sinirleri tepesinde olan Zeynep sabrının sınırlarında olduğu çok belliydi.O yüzden Umut’la Fatih’in arasına girmek zorunda kalmıştı.


“Fatiiih!”

“Tamam be tamam, kızma hemen.”

“Off! Hiç eğlenceli değilsin biliyor musun?”


Karşımızdaki adının Fatih olduğunu öğrendiğimiz, sürekli dayak yiyen, adam Zeynep’e dilini çıkararak bunları söylemiş ve sözlerine devam etmek için öksürür gibi yapmıştı.


“Öhöm!”

“Sizler seçilmiş lavuklarsınız sizi o yüzden kendi evreninizden buraya getirdik blablabla buraları çok sıkıcı ve klişe olduğu için geçmek istiyorum müsaadenizle.”


Derken elini sanki masanın üstündeki bir şeyleri eliyle hızlıca süpürüyormuş gibi hızlıca sola doğru sallamıştı.


“Pişşt “henüz” sevgilisi olmayan yakışıklı tut bakalım!”

Birden bana silaha benzeyen bir nesne atmıştı ama bu hem silaha benziyor hem de benzemiyordu tam anlayamamıştım çünkü, sanki sürekli şekli ve görünümü değişen bir objeye benziyordu.

“Konumuza gelecek olursak gördüğünüz ve anladığınız üzere burası farklı bir boyut-evren-Dünya artık adına her ne derseniz.”

“O elinde tuttuğun evrenler arası seyahati mümkün kılan bir alet. Yani onu kaybederseniz artık içinde bulunduğunuz evrende bir başınasınız demektir ve orada mahsur kalırsınız. Size kimse yardıma gelemez anlaşıldı mı? O yüzden ona iyi bakın ki kaybetmeyin ya da zarar görmesine izin vermeyin. Anladınız mı?”


Allah’ım bu adam da kim? Az önce manga okuyup, dayak yiyen adamdan zerre eser kalmamıştı. O etrafına karanlık bir hava saçıp, gözleri alev alev yanan kişi az önceki kişiyle aynı mıydı?


“İşte içinde bulunduğumuz bu evrende tam işleri düzene sokmuştum ki sizden önceki aday sırf özel, en kıymetli manga hazinemi okutmadım diye, bana karşı tavır aldı ve tüm evrenleri kaosa sürükleyeceğini söyleyip aletimle kaçıp gitti.”


Fatih’in yanında kollarını göğsünde bağlamış, kaşları çatık bir halde bizi dinleyip, gözleri kapalı ve sağ ayağını sürekli tempolu bir şekilde sabırsızca vurup sakinliğini korumaya çalışan Zeynep, sinirli bir ifadeyle tekrar araya girmişti.


“Patron şu işi düzgünce açıklayamaz mısın artık?!”

“Peki peki anladık sakin ol, gerçekten çok sıkıcısın iyi ki kaplıca kameralarını seyretmesine izin vermediğimden de bahsetmedim ooopss!”

“SENİ! S-Seeni var yaa ben! Arrrrgg! Cidden sinirimi bozuyorsun azgın pis sapık, utanmaz, arlanmaz, hayvan herif seni!”

ŞAAAAAK!!!

“Ahh! Nöysö nö düyüüdük höö” (Neyse ne diyorduk, haa[yediği tokat yüzünden suratı bir müddet şişik kaldığı için  konuşmakta zorluk çekiyordu] )

“Evet Fatih’in de dediği gibi sizden önceki adamımız bize ihanet etti. Adı Çakal Cenk. Aramızda bazı tatsız olaylar yaşandı ve lanet okuyup aramızdan ayrıldı.”

 

Selam, sanırım bayağı işin içine batmış gibi görünüyoruz öyle değil mi sevgili okuyucular. İşte burada tam da şöyle yanarlı dönerli parlamalı bir geçmiş zamana dönüş hikâyesi olmalı diye düşünüyorsunuzdur buna eminim. Ama size güzel bir sürprizim olacak maalesef onu gelecek bölüm okuyabilirsiniz evet tam da burada bitirdik hadi eyvallah. Okuduğunuz için teşekkürler, Umut kaçar…


10 Haziran 2024 Pazartesi

Absürdiya 4.Bölüm : Tuhaf asansör

 



Absürdiya’da öncek…..neyse boş ver vazgeçtim.

 

“Gerçekten üst katı olmadığına emin misin?”

“Sana dedim ya bunca zamandır her yeri karış karış inceledim, atlayıp gözden kaçırmam mümkün değil.”

Hayal böyle deyince üst kata giderken büyük salona tekrar bir göz gezdirdim.

Lokanta kocaman bir daireden oluşan devasa bir yerdi. Perdeleri sanki çok eski yıllardan kalma gibi görünse de pencereleri iki yandan yarım ay gibi kapatan sarı püskülleri olan kırmızı yere kadar uzanan şeylerdi. Bembeyaz duvarlarla oldukça hoş bir uyum sağlamıştı. Derken aklıma tavana bakmak geldi. Kocaman bir Ying-Yang sembolü vardı ama bunu ejderhalarla resmetmişlerdi, iki kocaman ejderha tüm heybetleriyle birbirlerinin etrafında dairesel bir döngüdeyken resmedilmişti. Cidden şahane bir şeydi harika bir iş çıkarmışlar.

Vay arkadaş!

“Efendim, bir şey mi dedin?”

“Yok bir şey demedim tavana ilk defa baktım da cidden kim yaptıysa harika bir iş çıkarmış ona şaşırdım.”

“Evet ilk gördüğümde ben de çok büyülenmiştim enfes bir şey.”

-Umut bey, Hayal hanım şöyle buyurun lütfen.

-Aha daha önce neden fark edemediğim belli oldu duvarla bütünleşik görünmez kamufle bir asansör kapısı varmış meğer.

Asansör öyle çok büyük görünmüyordu ancak bir şeyler tuhaftı ki buna da beş dakikadır hâlâ içinde olup yükselmemize rağmen niye hâlâ gelmediğimizi çok merak ediyordum.

“Hey sence de bu çıkış çok uzun sürmedi mi?”

Hayal düşünceli bir tavırla önce yüzüne düşen saçını zarif bir şekilde kulağının arkasına çekip konuşmaya başlamıştı.

“Evet haklısın, çok sürdü inan ben de çok tuhaf buldum dışarıdan tek katlı bir bina gibi görünüyordu halbuki ama neyse bakalım bekleyip görelim.”

“Şimdi aklıma geldi de biz neden fısıldaşıyoruz ki?”

“Bilmem yanımızda ki kadın pek bir ciddi duruyor da ondan herhalde.”

“Şey hanımefendi daha ne kadar çıkacağız acaba, burası kaç katlı bir bina böyle?”

“Çıkmak mı?”

“Ah hayır hayır, daha yeni başladık çıkmaya buranın asansörü biraz farklıdır da. Geçtiğimiz beş dakika içinde önce asansör salonun etrafından dönüp, yere inip bir kilometre kuzeye doğru düz gittiği için ondan o kadar sürdü. Asıl şimdi çıkmaya başlıyoruz.”

“Ne dedin?”

Önümüzde ki uzun boylu, kızıl düz saçları olan kadın sanki yemek tarifi veriyormuş gibi o kadar sakin bir şekilde söyledi ki cidden sinirim bozuldu.

“Hayal burada daha fazla şaşıramam sanıyordum ama cidden her an her yerden bir tuhaflık bekliyorum artık. Şu rahatlığa bak sanki yemek tarifi veriyor.”

“Evet haklısın Umut, yalnız beline kadar olan kızıl düz saçları çok güzelmiş. Aah ben de böyle uzatmak isterdim ama saçlarım hiç elverişli değil.”

O böyle deyince tekrar Hayal’in omuzlarını okşayan güzel kıvırcık turuncu saçlarına baktım.

“Olsun senin de saçların çok güzel görünüyor bence sana çok yakışmış.”

Aslında bir an boşta bulunup ağzımdan bu sözler çıkmış olsa da olan olmuştu artık. Ben böyle dedikten sonra Hayal’in duyduğu utançtan ötürü hafiften pembeleşmiş yanaklarıyla gülümsemeye çalıştı.

“Aa ö-öyle mi dersin çok teşekkür ederim.”

Biz böyle kendi aramızda konuşurken hafif bir sallama ve gürültüyle asansör durdu ve kapıları açılmaya başladı.

-Evet efendim geldik, sabırla beklediğiniz için çok teşekkür ederim.

 Kızıl saçlı personel iki metre karşıdaki yine beyaz renkli kapının önünde durdu ve derinden nefes alıp iç geçirdi. Sonra kapıyı içeri doğru açıp bizi de içeri davet etti.

-Lütfen şöyle buyurun efendim.

İçerisi devasa bir kütüphaneydi sanki, tek büyük bir penceresi olan dört duvarı da kitaplıklarla döşenmiş kocaman bir odaya girmiştik. İçerideyse üstü kitap yığınlarıyla dolu minderlerin üstündeyse uzun boylu saçları dağınık sinek kaydı traşlı genç bir adam oturmuş elinde tuttuğu kitabı okuyordu.

-Patron, beklediğin misafirler geldi.


3 Haziran 2024 Pazartesi

Absürdiya 3.Bölüm : -mü ki?

 


Offf, şimdi bunu ilk defa yapmıyorum tabi…- Aahhh bu çok acınası gerçekten burada oturmuş kendi kendime muhabbet etmeye çalışıyorum. Cidden çok acınası~~

Off burası da amma sıcak oldu ya… Şimdi olanları şöyle düşünürsek eğer demek bile istemiyorum aslında cidden ne işim var lan benim burada?

Aaah bok vardı o işi kabul ettim. Neymiş “daha önceki tecrübelerimden dolayı, red edince sonuçları kötü oluyor bla bla” hep aynı şeyler. Al işte kabul ettik de ne oldu? Elime ne geçti? Bolca kafa karışıklığı, tanımadığım yerde bol bol rezil olmaya yetecek düzeyde malzeme ve milletin içinde kusmam, sanki burada ki tek anormal şey benmişim gibi etraftakilerin bana vebalıymış gibi bakması.

Hele girişteki insansı robotun o yüz ifadesini hiç saymıyorum.

Umut, elini insansı robotun bulunduğu yöne kaldırıp yüksek sesle söylenir.

-Bu kadar gerçekçi iğrenme surat ifadesini nasıl yapıyorsun? Ne biçim robotsun lan sen tüm yeteneklerini sergilemek için beni mi bekledin!

… tabi içinden.

Hah bir de bu dengesiz anlatıcı var. Bir kere de benim yanımda ol be bir kere! Ben bu hikâyenin baş karakteriyim! Kahramanıyım lan ben! Senin gibi yazarın ben, off şansıma tüküreyim.

Nolurdu Mevsim Katliamında karizmatik bir komiser olaydım çok mu şey istiyorum haa söyle… hah hah hah …

Zaten en son yediklerimi de kustum iyice halim kalmadı.   

Ben böyle can hıraş şekilde hararetli hararetli söylenirken bana doğru birinin seslendiğini duymamla düşüncelerimden sıyrıldım.

 

“Heey, orada şapşal şapşal kendi kendine mırıldanıp duran kusmuk bey, iyi misin?”

“Kusmuk?!”

…eveeet rakibine çok güzel bir kroşe vuruyor vee nakavt! Ding, Ding, Ding! Hatta bu bir manga olsaydı “kusmuk” yazısı ok gibi saplanırdı o derece yani…

Eeeh, yeter artık be şimdi de okuyucularla muhabbete mi sardın işini yap be adam!

“Hey, sana diyorum tek kişilik gösterin bitti mi?”

“A-ahh se-selam.” Aahhh ölmek istiyoruuum~~ utançtan yerin dibine gireceğim evet yine.

“Bir şeyler yemek istiyorsan sana Pitonlu deve pilavını öneririm. Tadı aynı tavuklu pilava benziyor, yani biraz andırıyor. En azından adını görmezden gelip yediğinde, ilk denediğimde bana öyle gelmişti.”

“Bu arada neden benim masama gelip oturmuyorsun burada böyle çömelip konuşmak pek hoş değil de.”

“Ahh tabi, şey pardon haklısın.”

“İşte geldik buyurun oturun.”

“Bu arada ben Hayal.”

“Yok lütfen gerçek olsun”.  Oğluuum çok güzelmiş yaa, şu absürt yerde başıma gelen en güzel şey diyebilirim.  O kusursuz gülüşü, kıvırcık turuncu saçları, blablabla -buraları açık açık yazmayalım çünkü o zaman bu hikâye amacından sapıp iyice +18 hikâyelere döner.- Lan düşüncelerimde özgür bırak bari be!

“E-efendim? Ney gerçek olsun? Adın mı?”

“Ha?! Yok yok Umut ben, ben de memnun oldum.”

Hımm, gerçekten ilginç bir çocuk. Arada çok dalıp gidiyor ama beş gündür gördüğüm ilk normal insan olmasından dolayı bayağı rahatladım, yoksa kafayı yiyecektim.

“Az önce yemeğin adı ne demiştin?”

“Ha, o mu pitonlu deve pilavı.”

Adını duymam bile yetiyor. Yüzüm hem iğrenme ve tekrar kusma hissi hem de çaresizlik oluşmasını anlatabilecek bir ifadeye bürünmeye çalışan ifade çorbasına döndü resmen.

“Evet adını duyunca benim de ilk tepkim aynı böyle olmuştu ama mecburen tadına bakmak zorunda kalmıştım. Malum araştırma yapıyordum. Sonra baktım tadı bayağı bildik bir şeye benziyordu ben de adını görmezden gelip yemiştim.”

Yüzünde memnun olmuş bir ifadeyle sağ elini yanağına koymuş ve kafasını hafifçe yana eğmişti. Ben cidden çok güzel kız diye düşünürken Hayal konuşmaya devam ediyordu.

“Nasıl yapıldığını sorduğumda ise yüksek ısı buharında deve derisine sarıp içinde piştiğini söylemişlerdi. O yüzden adı böyleymiş.”

“Ha peki öyle mi? Gerçekten çok memnun oldum ve çok da güzelsin ama cidden benim burad… ben son kısmı da dışımdan söyledim değil mi?”

“Evet çok klişe olacak ama söyledin haklısın.”

Çok zarif bir gülümsemeyle bunları söylerken bile çok tatlı. Hadi adamım şimdi dalıp gitmenin sırası değil.

“Ayrıca hiç buradan çıkmaya zahmet etme. Ben tam beş gündür buradayım ve senin de aklına geldiği gibi yaptığım ilk şey kapıdan gerisin geri çıkmaktı. Ama denediğimde sanki görünmez bir duvar varmış gibi yüzümü çarpmıştım. Cidden hoş bir tecrübe değildi.” O an birden gözlerimin önünde tekrar belirince istemsizce sol elimin işaret parmağıyla sol yanağımı hafifçe kaşıyormuş gibi dokunurken utancımı belli belirsiz bir gülümsemenin arkasına saklamaya çalışmıştım.

“Ayrıca hani araştırma yapıyorken yemek zorunda kaldım dedim ya, hah işte belki buradan çıkmanın anahtarı tüm o adı iğrenç olan yemekleri yemektir diye düşünmüştüm. Ancak maalesef o da değilmiş.”

“Artık iyice pes etme noktasına gelecekken tam o sırada kapıdan sen çıka gelince çok şaşırmıştım. Aslında başta senin de buranın yerli halkı sanmıştım ama sonra garsonun önünde öyle aniden kusunca olmadığını anladım.”

“Aahh o kısmı hatırlatmasaydın iyiydi.”

Tam o esnada ellerinde sipariş ettiğimiz yemeklerle dolu olan garson bize doğru yaklaşmaktaydı.

-Efendim işte siparişleriniz, afiyet olsun.

-Teşekkürler.

“Ne diyorduk, hah işte bence birileri bizi buraya bilerek kapattı ve bir çeşit oyun oynamak istiyor olabilir, ya da buranın ne kadar absürt olduğunu da göz önünde bulunduracak olursak belki burasının normal hali budur. Burada ki bu tüm insanlarda belki bu çıkış yolunu bulamadıkları için burada kalmış da olabilirler. Sence de öyle değil mi?”

Hayal’in söyledikleri cidden çok mantıklı gelmişti yüzümde oluşan düşünceli bir tavırla onu onayladım.

“Hımm, gerçekten çok haklısın.”

“Beş gün demek cidden yalnız başına zor olmuş olmalı.” Dedikten sonra önümde duran tuhaf isimli yemekten biraz alıp yedim.

“Oo cidden de tadı tavuğa benziyormuş çok ilginç.”

“Evet, yemeğimizi de bitirdiğimize göre artık planımızı konuşabiliriz.” Konuşmam biter bitmez siparişlerimizi getiren az önceki garson tekrar masamıza yaklaşıp konuşmaya başlamıştı.

-Afiyet olsun efendim. Hayal hanım ve Umut bey tatlı yemeyecekseniz eğer, siz ikinizi üst kattan çağırıyorlar lütfen beni takip ediniz.

-Teşek…Bir dakika ne? Buranın üs katı mı vardı?

   

29 Mayıs 2024 Çarşamba

Rüya

 





Hemen açma gözlerini

Gözlerinde kalsın hayalim.

Karanlıkta ay gibi parlatsın

Güneş gibi ısıtsın yüreğini.


Hemen açma gözlerini

Bozulmasın bu tatlı düş.

Heyecandan pır pır edip çarpan,

Yorulmasın daha fazla yüreğin.


Ozanlar çalsın

Âşıklar ağlasın.

Mitlere karışsın

Bu sevdamız.


O mehtaplı gecede 

Bir ben kalayım aklında, bir de sen

Laleler güller dökeyim yollarına

Ah bir gelsen.



Volkan KOPUZOĞLU

27 Mayıs 2024 Pazartesi

Absürdiya 2.Bölüm : Burası da neresi?



 


Absürdiya’da önceki Bölümlerde…

Umut kend…


Hop hop hop! Dur bakalım ne önceki bölümü, napıyorsun sen? Burası anime ya da dizi değil ki? Yazı burası yazı anladın mı? Hikâyenin yazıldığı mekân gerçi mekân deyince de olmadı neyse anladın sen işte.

Hey sana diyorum…

Ahaa dur bir dakika, önce ki bölümde neredeydin sen ha?! Çabuk konuş ben o kadar şeyle cebelleşirken eminim kıs kıs gülüyordun değil mi? Seni pis anlatıcı göster kendini yiyorsa.


*Çubuçiki çiiçii çi? (*Abii, bu insan ne yapıyor öyle kendi kendine havaya bağırıyor?)

ÇayyT! Cuku çii, çeçeiç. (Çok ayıp! Kendinden büyüklerle öyle konuşma.)

Cuku çii? Çuçii, çocu çikikiki…(Kendinden büyük? Ama baksana çocuk gibi davranıyor çok komik, hihihi)

Ço-cu ÇE! çe-çiçiçi-çi çuku-çe-kikiçiçi- çocu çiçikiçiçiçkiçi…  (Ka-kardeŞİM! Sa-puha-na ne dedim  o se-keke-nin büy-huhuhu-üğün o veled saygılı olpuhahahaha)


Sincaplar Umut hakkında böyle demişlerdi.


*Sincap dilinden çevrilmiştir.


Lan bunu çevirmene gerek yoktu!!!
Seni boş boğaz lavuuuk!
Hahh! Hahh! Haaah! Napıyorum ben? Yoruldum cidden havayla kavga etmeye benziyor bu iş.

Gurullulug… ahh karnım açıktı, şu ilerideki köye gideyim belki yiyecek bir şeyler bulabileceğim bir yer vardır.

Yalnız bir dakika şimdi iyice baktım da bu köy Şirinlerin köyüne çok mu fazla benziyor yoksa bana mı öyle geliyor? Yuvarlak kırmızı renkli mantara benzer çatılar, beyaz bacalar, evlerin boylarına paralel bodur ağaçlar cidden aşırı benziyor.

Hımm… Yoksa çocukken çok uslu olduğum için sonunda o kutsal köye kabul mü edildim? Yalnız çok geç kalmadınız mı be koçum koca adam oldum ayıp be insan zamanında ulaştırır şu daveti valla işgüzar kargoculardan geri kalır yanınız yok ha. Cık cık cık…

Cidden nereye düştüm ben böyle ya, nasıl çıkacağım buradan? Ya da asıl soru Bursa’ya nasıl döneceğim? Farklı bir boyuta mı geçtim, yoksa isekai* animesine mi düştüm noldu anlamadım ki?


*isekai: Animelerdeki farklı bir boyutta ki başka bir evren/dünya.


Ah ah… O değil de bak az önce yaşadıklarım aklıma geldi, durduk yere yine sinirim bozuldu iyi mi? Hayvanların bile diline düştüm. Hepsi o uyuz anlatıcı yüzünden seni uyuz heriiif!

Tabi adamsa, sesi erkeğe benziyordu. Aslında bu bir oyun olsaydı kesin seçenek olurdu “Anlatıcı erkek mi olsun, yoksa kadın mı?” diye.

O zaman belki sorun etmezdim tatlı bir kızın sesine asla hayır demezdim.

Muhehehe…

Yalnız şimdi köye yakından tekrar bakınca daha bir normal yermiş gibi geldi gözüme, demek ki uzaktan bakınca göz yanılsaması gibi bir his uyandıran yapıya sahipmiş enteresan. Yol boyunca etraftaki bitki örtüsü ve farklı türden ağaçlar gelişi güzel yayılmış olsa da köyün içindekiler gayet düzenli ve birbiriyle uyumlu görünüyor.

Ahh, yoruldum be ne kadardır yürüyorum kim bilir ama sonunda geldim hemen köye gireyim de karnımı doyurayım, çok acıktım daha lokanta tarzı bir şey arayacağım. Hah şu ileride üstünde tuhaf harflerle bezenmiş tabelası olan bir bina var sanırım lokanta orası, tabela da ne yazdığını okuyamıyorum çünkü bilmediğim bir dilde yazılmış gibi görünüyor. Lokantaya benzeyen binaya daha da yakından bakınca beyaz duvarları ve kırmızı çatısı olan yuvarlak dev bir mantara daha çok benziyor mimarisi gerçekten ilginçmiş. Neyse az kaldı zaten bakalım içerisi nasılmış merak ettim, girelim ve yemek yiyelim. Sonra gelsin çorbalar, pilavlar, köfteler keh keh keh. 


“Irasshaimase!”

“Ha? Ne?”

“Sen de kimsin?”

“Ahh! Türk müsünüz?”

“Efendim lütfen tekrar çıkıp girer misiniz? Benim için çok önemli.”

“Hoş geldiniiz!”

“Konnichiwa…”

“Kanojo wa nihonjindesu ka?”

“What?”

“Arrghhh!!”

“Damn you bastard! Get in now and eat whatever the fuck you're doing!”


AHAHAHA ne eğlenceli bir şeymiş bu ya cidden güzel bir yapay zekâymış. Yani öyleydi değil mi çok başarılı bir insansı robota benziyordu, hani insan olsaydı böyle direk hangi dille konuşsam anında o dile karşı cevap vermezdi. Yalnız harikaymış hee süper bir fikir olmuş. 

Eveet ne yesek ne yesek? Huhuuu~~

“Hoş geldiniz efendim. Buyurun ne arzu edersiniz?”

“Hımm hepsi güzel görünüyor ne yesem ki? Siz ne tavsiye edersiniz?”


İşte bu bee, yihuu~ sonunda bugün başıma gelen en güzel şey. Hadi yiyelim hadi yiyelim ♪♪


“…lan balığı bağırsağı ve keçi boku çorbasını kesinlikle tavsiye ederim. Sonra ana yemek olarak tütsülenmiş gergedan döşü ile zürafa pilavı ile doyumsuz bir tada ulaşabilirsiniz. En son tatlı olarak da dondurmalı karınca helvasını önerebilirim efendim.”


Garson tam anlamıyla başarılı bir şekilde görevini kusursuzca yerine getirdiğinden büyük bir tatmin duygusu yaşamıştı. Ama Umut’un halinden bir haberi yoktu.


“Öğğk! Bulllurup…”

“Aa-hh~ tamam daha fazla konuşma yoksa şimdi yediğim son yemeği de şuraya çıkaracağım az kaldı.”

“Ah! Efendim siz iyi misiniz? Suratınız bembeyaz olmuş.”

“Hasta mısınız yoksa?”

“Size hemen bir Sırtlan sidiği ile kaynatılmış kurbağa bacağı çayı getireyim de kendinize gelin.”

“Nee! BÖÖÖÖĞĞĞK!!”

“AAH! Efendiim!”



Çeviri

“Irasshaimase!”

(Hoşgeldiniz!)

“Ha? Ne?”

“Sen de kimsin?”

“Ahh! Türk müsünüz?”

“Efendim lütfen tekrar çıkıp girer misiniz? Benim için çok önemli.”

(La bu Türkçe zaten nesini çevireyim bakma öyle bön bön geç geç ^_^)

“Konnichiwa…”

(Merhaba…)

“Kanojo wa nihonjindesu ka?”

(Japon musunuz?)

“What?” (Ne?)

“Damn you bastard! Get in now and eat whatever the fuck you're doing!”

(Seni lanet olası herif! Hemen içeri gir ve ne bok yiyorsan ye!)


22 Ağustos 2023 Salı

Absürdiya 1. Bölüm - Absürdiya'ya Hoş Geldiniz!

 

 


🎼  Kimseyi görmedim ben

Senden daha güzel

Kimseyi tanımadım ben

Senden daha özel

Kimselere de bakmadım

Aklımdan geçen

Kimseyi tanımadım ben

        Senden daha güzel  🎼  

 

-Kaptan şuradan bir öğrenci iki tam alır mısın?

-Lütfen arkaya doğru ilerleyelim, bekleme yapmayalım.

“Evet efendim yoldayım şu an. Evet anladım Mahpeyker caddesini geçtikten sonra ki ilk sola dönünce sağda ki bina. Evet anladım.”

Hah la parayı vermeyi unuttum dur kalkayım.

“Yavrum şuradan iki kişi uzatır mısın?”

“Peki teyzecim.”

“Yok efendim size demedim.”

“Reis be şuradan da bir kişi alır mısın kestirmede inecem.”

“Abi bir öğrenci de buradan, kardeş buradan da üç kişi alsan sana zahmet.”

İnsafsızlar beni mi beklediniz ya, telefondayım görmüyor musunuz?

“Umut bey beni dinliyor musunuz? Meşgulsünüz galiba?”

“Abi buradan kaç kişiydi? Üç mü iki mi?”

“Nasıl? Umut bey?”

“Evet efendim kulağım sizde ben dinliyorum sizi”

“Nasıl dinliyorsunuz? Allah aşkına napıyorsunuz siz? Size önemli bir şey anlatmaya çalışıyorum bu ne gevşekliktir canım.”

“Abi sen ne kadar verdiydin şoför soruyor? Dur ama ben bunu size söyledim değil mi?” Aha sıçtık sıçtık sıçtık naptın Umut sen şefe denecek laf mıydı o? Efendim çok özür dilerim cidden. Şu an halk minibüsündeyim ve şoföre para vermeye kalkınca herkes birden parasını uzatınca karışıklık oldu nolur kusura bakmayın.”

“Orasını anladım zaten neyse insanlık hali olabilir tabi ama biraz daha dikkatli olursan sevinirim.” Leyla bu çocuk resmen ya haha…

“Peki reis olurum sen kafanı yorma… Hasss…ee ben bunu da içimden demedim değil mi?” Esselâa tü… aha valla ölmek istiyorum ya şu an nolur, uzay mekiği falan çarpsın şu minibüse, deprem olup yer yarılsın da içine girsem keşke utancımdan öldüm zaten…

“Evet Umut reis demediniz. Bence siz telefonu kapatıp bir kendinize gelince görüşelim, adreste sıkıntı çıkarsa iletişime geçersiniz tabi kafanız sakin olduğunda. Ahaha ahh gözlerim yaşardı gülmekten alem bu Umut ya hoş işini de iyi yapıyor, efendi de ama oyyhh kendimi zor tuttum. Kendimi kasmaktan karnım ağrıdı.

“Ta-tamam efendim çok özür dilerim tekrardan, olur görüşürüz.”

-Annee, bu abinin yüzü niye renkten renge giriyor? Uzaylı mı ki o?

-Sus bakayım sen ayıp büyüklerinle öyle konuşulmaz.

-Amaa niye yaa çok komik baksana şuna pufufu.

-Pıft! Ca-canım dön-ahah-önüne sen tatlım ha-kıhkıh-di bakayım ayıppühühaha…

Sağ ol be ablacım iyi ki uyardın hani çocuğu, ayrıca güldüğünü bile saklamıyorsun artık be kadın! Madem saklamayacan başta ne kıvranıyordun o kadar. Aah cidden ölmek istiyorum. Noolur Çinliler yine bir boklar yiyip başımıza bela olsun ve tüm dünya da genel karantina olsun ve aylarca, yok yıllarca odadan dışarı adımımı atmayayım. Noluur ya çok mu şey istiyorum.

 -Mahpeyker caddesinde inecek var mı?

-Evet kaptan müsait bir yerde.

Hah burada inecem, çok şükür bugünde günlük rezil olma kotamızı da doldurduğumuza göre artık gönül rahatlığıyla inebilirim.   

Minibüsten indiğim gibi şefin söylediği adrese uyup sola döndüm ve biraz yürüdüm. Ancak o loş karanlıkta tam seçemedim ama gideceğim yer böyle sanki perili köşkün günümüz modern hali gibiydi. Alışılagelmiş bina boyasından farklı boyanmıştı. Koca binaya dev bir ağaç dövmesi yapılmış gibi görünüyordu.

Gayri ihtiyari temkinli bir şekilde yaklaşmaya başladım. Ne yani hiçbir şey olmamış gibi mi yaklaşaydım. “Aa ne kadar güzel bir bina mimarı kim ki ohohoho~~” “ağğhh mızmızlanma da yürü işte Umut. Mesai bitiminde şeften o son işi kabul etmeyecektim ya. Şimdi ne güzel evde oturmuş anime seyrediyor olurdum, yanına da köpüklü sade Türk kahvesi hehehe ağzımın suları aktı resmen öhömm neyse kendine gel adamım.”

Ben böyle kendi kendime söylenirken perili binanın kapısına gelmiştim. Ama doğru yere mi geldim pek emin olamadım açıkçası, kapı o kadar kötü ve eski görünüyordu ki sanki dokunsam yıkılacakmış gibi bir hali vardı. “Sanırım mimar bütün parayı dövmelere basmış anlaşılan kapı gariban kalmış.” Derken şöyle kapıdan bir iki adım geri çekildim ve o loş ışıkta binanın üstünde olan dev çınar ağacı resmine baktım. Devasa gövdesinin dallarının ucunda binanın camları gözüküyordu cidden ilginç ve güzel bir tasarım olmuş. Tam kafamı kapıya doğru indirirken kol saatime vuran ışık gözümü almıştı. “Oo saat de 20.22 olmuş inşallah bir an önce işimi bitirir de son otobüsü yakalarım bari.”

Elimi âtıl durumda ki kapıya uzatıp açmış ve içeri girmemle yüzüme milyonlarca ışık hüzmesi hücum etmişti. İstemsizce gözlerimi kapamıştım. Ama bir şeyler tuhaftı neden kuş sesleri duyuyordum? Hem de bu saatte, binanın içinde ve burası neden bu kadar sıcak oldu derken gözlerimi yavaş yavaş aralıyordum ama gözlerime inanamamıştım. Gözlerimi birkaç kere önce uzun, sonra kısa aralıklarla kırptım. Ancak manzara değişmemişti.

Ayrıca saat akşamın 20.22siydi buna emindim ancak hava neden bu kadar aydınlıktı? Ne ara sabah olmuştu? Burası binanın içine hiç benzemiyordu. Önümde, kenarlarında bin bir çiçeklerle bezenmiş patika bir yol uzanıyordu ve etraf heybetli çınar ağaçlarıyla doluydu. Dallarında çeşit türlü daha önce hiç görmediğim her biri ayrı renkte olan bir sürü kuş vardı. Gökyüzüne baktım o kadar açık ve adeta yağlı boya tablosundan çıkmış gibi pürüzsüz bir mavilikteydiki kendimi şu az ötedeki çimlerde sırt üstü yatıp bu eşsiz güzelliği seyredesim geldi. Sonra yavaşça kafamı indirip etrafı gözlemlemeye başladım.

Biraz uzakta birkaç ev gruplaşması görüyordum sanırım bir köy olabilir ya da en azından ufak bir yerleşim yeri de olabilirdi. Ben etrafı incelerken burnuma çok güzel çiçek kokuları geliyordu. Bu kokulardan sadece ıhlamuru tanıdım çünkü o daha baskındı. Gözlerim ıhlamur ağacı aradı ama sanırım yeterince yakınında değildim o yüzden göremedim.

Sonra birden aklıma girdiğim kapı geldi ve hemen arkamı döndüm ama yoktu! Koskoca kapıyı bırak o heybetli bina bile yoktu? “Allah aşkına neredeyim ben, burası neresi?!” diye hayıflanırken arkamda kaldığı için görmediğim bir tabela gözüme ilişti, hemen yanına gidip ne yazdığına baktım.

ABSÜRDİYA’YA HOŞ GELDİNİZ!...


21 Eylül 2021 Salı

Ey Rüzgâr!





 Ey Rüzgâr!

Alıp götürsen beni, uzaklara
Bir anlığına unutsam her şeyi
Unutsam tüm düş kırıklıklarını
Yepyeni bir ben olsam,
Bambaşka diyarlarda özgürce dolaşsam.


Sonra sen çıksan karşıma
Yeni açmış pembe bir gül misali,
Gülsen o güzel dudaklarınla.
Kıskansa gün batımı o güzelliğine
Ağıtlar yaksa ozanlar o hoş sesine.
Sonra sere serpe yere serilsek umarsızsa
O an sadece ikimiz olsak.


Volkan KOPUZOĞLU


 

21 Nisan 2021 Çarşamba

Yara

 



Üç çeşit yara vardır
Biri fiziksel yara
En basiti, en masumu.
Vücud yaralanır,
Kan akar ve zamanla kabuk tutar.
Bu işte insanın başına gelen
Belki de en şanslı olduğu yaradır.
 
İkincisi psikolojik yaradır.
Benliğini yer bitirir,
Durmadan vurur, vurur, vurur.
Sen dur diyene kadar,
Yapma diyene kadar acımadan vurur.
Yine şanslıysan kurtulursun
O doğru insan seni alır koparır o dertten
Dünyan ferahlar.
 
Üçüncüsü ruhsal yaradır.
Hem yaşarken hem ölüyken acı verir sana.
İster bilerek ister bilmeyerek bunu yaparsın, yaparlar.
Belki bile bile, belki de bilmeyerek amaçsızca.
Yanlış olduğu bariz olduğu halde
Sadece bir şeylere tutunmak için,
Belki de sadece kendinden kaçmak için yaparsın.
 
Aslında bir yara daha vardır.
Çok kimsenin bilmediği
Anca büyüyünce anlayabildiğin.
Senin içine işler, en derin benliğine kazınır,
Ruhuna, vücuduna, aklına her yerine.
 
 
İçine işleyen bu yaradan kurtulmak istersin.
Kimseye anlatamadığın ama
En çok da anlatmak istediğin bu yaradır.
Bütün cesaretini toplayıp anlatmak istersin
Ama anlatamazsın
 
Artık o senden daha çok sen olmuştur.
Sanki bedenin içindeki idareci sen değil de o olmuştur.
Sen ev sahibi değil de,
Basit bir Allah misafiri olmuşsundur.
 
Bir nevi fırtınanın ortasına doğru süzülen uçak gibi
Otomatik pilotta ona doğru girmeyi beklersin
İşte bu yaraya sahip olanın en büyük hatası da budur
Umutsuzca, sadece beklemek
Birilerinin ona yardım edebilmesini beklemek.
Huzuruna yol açacak o yola girememek
Sırf o kişiyi kaybetme korkusuyla gidememek.
 
Ve günün sonunda insanın elinde olan ise
Yine yaralarıyla baş başa kalmış
Aynada sana bakan
Korkak bir Senden başkası yoktur.

 


 

Volkan KOPUZOĞLU

18 Mart 2021 Perşembe

Düşlerden Gerçeğe

 



 
 
Yazmak,
Elimde olan tek şey yazmak.
Kitaplara konu olacak şekilde sayfalarca,
Hem de günlerce fütursuzca yazmak.
Satırlar arasında kaybolurcasına yazmak.
 
Belki birileri bulur diye,
Belki o birileri sen olursun diye yazmak.
Düşlerin gerçeğe ulaşmasını umar gibi
Çocuksu bir coşkuyla ve neşeyle yazmak.
 
Sadece bir anlığına da olsa
Hayal dünyasının kahramanı olmak
En korkulan kötüsü olmak,
Ya da en sıradışısından,
En sıradanına kadar sadece herhangi biri olmak.
 
Yine de her nerede ve her kim olursam olayım
Her zaman ve her koşulda
Yüreğimi anca bu satırlara dökebilsem de,
Tek dileğim, seni seven yegâne kişi olmak.
 
 


Volkan KOPUZOĞLU

13 Kasım 2020 Cuma

Derinliğin Maviliği

 




Bugün hava çok güzel,
Erikler çiçek açmış,
Her yer pembe kiraz çiçekleri ile süslenmiş.
Bu güzel havada yürüyen
Bir, konuşup eğlenen insanlar görüyorum,
Bir de senin o ay gibi yüzünü renklendiren,
Kiraz pembesi dudaklarınla bana gülümseyişini.
 
Bugün hava çok güzel,
Dışarda kuşlar neşeyle ötüşüyorlar.
Kızıla çalan gün batımında,
Hafif bir meltem esiyor,
Denize açılmış rüzgâra aç yelkenli gibi,
Dalgalandırıyor bukleli saçlarını.
 
Bugün hava çok güzel.
Bütün ışıltısıyla aksediyor kendini güneş.
Önce senin deniz mavisi gözlerine,
Ardından uçsuz bucaksız bu mavi deryaya.
Bense sadece sana bakabiliyorum
Sadece bakmak.
Derin mavilikte,
Hareketsizce,
Ağır ağır
Karanlık dibe doğru batarken
Sadece bakıyorum…
 
 

Volkan KOPUZOĞLU