20 Ağustos 2024 Salı

Beyaz Oda



 


Kimse var mııı?

Heey!

Hıh! Sonunda bu da oldu demek, hiç kimse yok.

Hem de hiç kimse, o insanı sürekli deli eden, bir tane uyuz sinek bile yok.

Tüm başarısızlığımla beraber koca dünyada kaçamadığım tek kişi olan yalnız ben.

Dur bir dakika nerdeyim ben böyle?

Bembeyaz bir oda ve etrafta onlarca kapı.

Peki ben buraya o kapıların birinden mi geldim?

Ahh… Başım, kulaklarım çok çınlıyor ve zonkluyor!

Fiziksel olarak bir şişkinlik ya da herhangi bir yara yok gibi görünüyor.

Peki neden hatırlayamıyorum?

Dur bir dakika bunun gerçek olduğu ne malum?

Ya değilse?

Ya bütün bunlar bir rüyaysa ve birazdan uyanıp “ohh sadece bir rüyaymış!” diyeceksem.

Bu hafıza eksikliğini de pekâlâ açıklar değil mi?

Ama ya değilse…

… ve bütün bunlar gerçekse ve birileri beni kaçırıp buraya diktiyse?

Hırsızlar, ııh yok.

Tarikatçılar? haha hadi canım…

Peki ya uzaylılar?

Yok artık! Bu ne şimdi? Ucuz bilim kurgu filmi mi çekiyoruz? Saçmala eee.. Saçmala … şeyy…

!!!???

Ben… adımı… bilmiyorum!?

Hatırlayamıyorum…

Lanet olsun!!!

Benim adım ne ki?

Ve burada ne işim var?

Off! Bir saniye susmuyor ki şu çınlama, rahatça düşünebileyim!

Şimdi ee her kimsem önce sakin olmalıyım.

En son hatırladığım şey ile başlayalım. Öyle değil mi?

Nasılsa burada benden başka kimse yok.

E haliyle kendi kendime sesli düşünürken tuhaf tuhaf bakacak kimse de yok demek.

O yüzden şimdi en son ne yapıyordum.

Hımmm…

En son bir şeyler almak için markete gideceğimi hatırlıyorum vee dışarda yürüyordum.

Hava nasıldı?

Hımm…

Sanki yazdan kalma güzel ve hafif esintili bir havaydı.

Usul usul esen rüzgâr kavak ağaçlarını dillendiriyordu ve hep bir ağızdan bir şeyler söylüyorlardı.

“SAKIN ORAYA GİTME!!!”

Gibiydi sanırım. Bir dakika ne?

Ne demek şimdi bu?

Yine başladığımız yere dönmeyelim ama, cidden kavaklar mı konuştu yoksa gerçekten uyduruk bir bilim kurgu rüyasının içinde miyim?

Her neyse bu son anıdan da uyduruk bir gerilim- bilim kurgusundan başka bir şey çıkacağı da yok zaten.

O zaman şimdiye dönelim.

Peki şimdi etrafımda ki bu kapılardan birini mi seçmem gerekiyor?

Şimdi dikkatlice baktımda kocaman bir dairenin içindeymişim gibi hissediyorum. Kapıları görebildiğim kadarıyla hizaları tam düz değil ve her kapı birbirinden eğimsel bir açı ile çember oluşturacak şekilde dizilmişler.

Hımm…

Birini açıp içine girmem mi gerekiyor, yoksaaa sadece bakmam yeterli mi?

Ya içinde kötü bir şey varsa ve beni yakalarsa?

Peki ya iyi bir şey varsa? Ve bu da benim kurtuluşum olursa?

Ki bu da benim bu halimden kurtulmak istediğim anlamına mı geliyor?

Ya hiçbir kapıyı seçmemem gerekiyorsa? Yani bütün kapılar bir tuzaksa?

Sonuçta tek ışık kaynağı iki metre çapında ki bir daireyi aydınlatıyor ve kapıların hepsi benden üç metre uzakta olduğunu varsayıyorum. Ya bütün bunlar bir illüzyonsa?

Yani ışık vuran kısımlar gerçek, odanın tüm geri kalan loş yerleri ise sanal bir ortamsa?

Ayrıca tavanı da göremiyorum kocaman silindirik şeklinde bir odada mıyım?

Off! Çok fazla bilinmeyen var ve bu da başımın zonklamasını daha da arttırıyor.

Şimdi ne yapmam gerekiyor?

 

5 Ağustos 2024 Pazartesi

Absürdiya 10.Bölüm : Sonunda

  



Selaaam, naber? Beni özlediniz mi? Ben kim miyim? Tabii ki en sevdiğiniz ara anlatıcı. Yoksa beni unuttunuz mu? Ühü~~

Neyse geyiği bırakalım da olaya dönelim sonra bizim vasıfsız başrol yine bıdı bıdı başlar şikâyete öyle değil mi?

Şimdi efendim siz sevgili okuyucular şu an geçen bölüm sonunda olan Cenk ile bizimkilerin karşılaşmasından devam etmemizi bekliyor olabilirsiniz. Üzgünüm ama oradan devam etmeyecekmişiz. Neden mi çünkü yazarın canı öyle istiyormuş muş. Ayrıca size bir sır söyleyeyim mi siz bu yazara çok güvenmeyin anca tembel tembel üşengeçlik yapsın dursun millet hikâye bekliyor be, anime seyredip oyun oynayacağına hikâyeni yaz be hikâyeni. Hem kaç bölüm oldu bana hiç söz hakkı vermedi alçak pislik, seni bir elime geçi…..

Sen yine mi ortalığı karıştırıyorsun ya?  İnsan da biraz utanma olur cık cık…

Neyse efendim siz bu zevzek ara söze bakmayın. Geçen bölümde karşımıza Cenk çıkmıştı doğrudur ama o karşılaşma şu an değil yakın bir gelecekte geçen bir bölüm olduğundan oraya sonra değineceğiz.

“Umuut! Hadi başlıyoruz gel.”

“Tamam, geliyorum.”

O zaman şimdi hazırsanız başlıyoruz…

 

“İşin aslı bilmeniz gereken her şeyi Fatih anlattı bundan sonra bana buradan ulaşabilirsiniz. Beni çekinmeden ne zaman olursa arayabilirsiniz.”

Zeynep elinde tuttuğu telefona benzeyen aleti bize doğru gösterip bana doğru uzatmıştı.

“Bu cihaz Fatih’in ve benim üstünde çalıştığımız son teknoloji alettir.”

Sol elini beline koyup, sağ eliyle de yüzüne düşen saç perçemini kulağının arkasına atıp konuşmaya devam etmişti.

“Bununla Cenk’in tam yerini tespit edebilmemiz mümkün değil, ancak arkada bıraktığı aletin nano izlerini tespit edebilme şansımız olabiliyor.” Zeynep, bunları söylerken yüzünde hafif bir utangaçlık dolu tebessüm yayılmış halde sözlerine devam etti.

 “Maalesef yüzde yüz doğruluk payı olduğunu söyleyemem sonuçta nihai sürüme ulaşamasak da yanılma payı çok az bir seviyede o yüzden endişe etmenize gerek yok.” Deyip kafasının arkasında ki saçlarını okşamaya başladı ve tekrar ciddi bir surat ifadesiyle devam etti.

“Ayrıca Cenk tarafından oluşan anomalilerin de tespitini sağlayabilen ve seçtiğiniz anomali noktasının değişmeden önceki halini görebilmenize imkân sağlayan otomatik yapay zekâ destekli holografik bir olay geri dönüştürücüsüne sahip, zamanı geldiğinde çekinmeden kullanmanızı tavsiye ederim.”

Kendinden emin ve gururlu bir ifadeyle hafifçe gülümseyip bunları söyledikten sonra haliyle aklımızda bir sürü soru oluşmuştu. Bu alet gerçek olamayacak kadar harika bir şeye benziyordu. Ben böyle düşünüp heyecanlanırken Hayal aklımda dolaşan sorulardan birini sormuştu.

“Peki bu holografik gösterim nasıl işliyor? Yani nerde kullanmamız gerekir?”

Zeynep duyduğu soru karşısında elini belinden çekip Hayal’e doğru avuç içi yukarı bakacak şekilde hafifçe öne uzatıp konuşmaya başladı.

“Şöyle ki, diyelim gerçek zamanda yere düşüp kırılan bir vazomuz olsun.” Elinin baş parmağını yere doğru gösterip hafifçe aşağı sallar.

“Bu vazonun kırılmadan önceki zamanına gidip, kırılmasına imkân sağlayan şeyi tersine çevirip vazonun kırılmasını engellemiş olalım.” Bu sefer sağ elinin tüm parmaklarını yatay konumda birbirine yapıştırdı ve bu sefer aynı doğrultuda yatay olarak sağa doğru düz bir şekilde hafifçe salladı.

“Gerçek zamanda kırılmış olan vazonun, anomali olmuş zamanda ki kırılmamış halini cihaza tarattığımızda ve holografik oynatmayı seçtiğimizde aslında ne olduğunu öğrenebilme imkânımız olabiliyor.”

“hımm anladım. Bayağı iyiymiş o zaman” eliyle çenesini tutan Hayal tatmin olmuş şekilde Zeynep’e bakıp bunları söylemişti.

“Evet bu konuda anlaşıldığına göre, şu an için benim de söyleyeceklerim bu kadar. Dediğim gibi ne zaman ve ne olursa olsun beni aramaktan çekinmeyin tamam mı? Buradan çıkıp asansörle tekrar lokantaya gidin ve oradan da bu kartla çıkış yaptıktan sonra işaretli bölgelerden herhangi birine gidebilirsiniz. Unutmayın çok dikkatli olun tamam mı ve iyi yolculuklar.” yüzünde kocaman tatlı bir gülümsemeyle bizi uğurlayan Zeynep’e bakıp ben de gülümsemiştim.

“Evet çok teşekkürler Zeynep Hanım görüşmek üzere” deyip kapıdan çıkarken Hayal de ona el sallıyordu ve o da kapıdan çıkıp kapıyı kapatmıştı.

“Ee Umut şimdi napıyoruz”

“Güzel soru önce dediği gibi şu asansöre binip o iğrenç lokantaya bir dönelim sonra gerisine bakarız diyorum ne dersin?” bir an o iğrenç şeylerin satıldığı mekân aklıma gelince ürpermiştim.

“O değil de biz şaka maka zaman koruyucusu mu olduk şimdi ha?”

“Aynen kulağa bayağı havalı geliyor öyle değil mi Umut?”

“Evet havalı ve bir o kadar da tehlikeli” yaşayabileceğimiz potansiyel tehlike aklıma gelince bu sefer de bu yüzden ürpermiştim.

İçinde bulunduğumuz birkaç metre uzunluğunda ki cam silindir dar koridordan dışarı baktım.

“Hayal baksana buradan manzara harikaymış.”

“Evet gelirken kafa karışıklığından dolayı ben de dikkat edememiştim çok harika değil mi?” gözleri parıldayarak bakan Hayal heyecanla bana bir yeri gösteriyordu.

“Bak ne harika bir şelale buradan enfes görünüyor.”

Önünde birbirinden farklı ve güzel olan kuşların uçuştuğu, değişik türden ağaçların arasında tepedeki inci gibi masmavi parlayan bir şelalenin manzarası cidden harikaydı.

“Evet gerçekten çok güzel adeta Cennetten bir köşe sanki.”

Etrafı hayran hayran seyrederken yolumuzun sonunda olan asansöre gelmiştik.

“Hadi hayal asansöre gelmişiz gel girelim buyur” deyip ona yol açıp kapısının açılması için düğmeye basmıştım.


GIC-GICGIC-CIIIRT!


Büyük ve huysuz bir şekilde kapı yüksek sesle açılmıştı. Hayal teşekkür edip hafif bir tebessüm ederek kapıdan içeri girdikten sonra ben de içeriye adımımı atar atmaz asansörün kapısı öyle bir çarpmıştı ki aklım çıktı.


ÇAAAAAAAAT!


“Noluyor LAN!?”

“Bu kapı az önce gıcırdayarak nazlı nazlı açılmamış mıydı? Ne oldu da aniden kapanacağı tuttu aklım çıktı.”

Hayal’in de irkildiğini elini ağzına götürmesinden ve o kocaman açılmış gözlerinden anlamıştım. Ama çabuk toparlayıp bana seslenmişti.

“İyi misin Umut? Bir yerin acımadı öyle değil mi?”

“Ha yok yok iyiyim ucuz yırttım yarım adımdan daha az bile geride kalsaydım eğer, az daha ikiye bölecekti beni neyse hadi bir an evvel şu düğmeye bas da gidelim.”

Elimi alnıma koymuş derin bir iç geçirmiştim ki kapattığım gözlerimi açtım ve Hayal’e döndüm.

“Hayal ne yapıyorsun hadi gidelim bassana düğmeye.”

Kaşları çatılmış şekilde bana bakan Hayal sinirle konuşmaya başladı.

“B-ben de onun için uğraşıyorum ama bu düğmeler yerinde durmuyor ki sürekli yer değiştiriyor. Cidden buranın merdiveni yok mu ya?”

“AAAHHHRGGG! DURSANA ARTIK BE!”


Artık dayanacak sabrı kalmayan Hayal yüzündeki birkaç sinir damarları ortaya çıkmış halde yüksek sesle bağırmıştı. Ancak düğmeler hiç oralı olmamış gibi köşe kapmacalarına devam ediyorlardı.

Derken bir an aklına fikir gelmiş gibi bana baktı ve “Umut şu telefonu versene bir.”

Cebimden Zeynep’in bize verdiği telefona benzeyen yüksek teknolojik aleti çıkarıp Hayal’e uzattım.

“Ne yapacaksın ki? Belki telefon çekmeyebilir”

Telefonu alan Hayal hemen üstünde ki birkaç yere basmıştı ve sonra beklemeye başladı.

“Alo, Hayal bu kadar çabuk aramanı beklemiyordum, hayırdır noldu?”

Hayal’in elinde ki telefona bakınca birden gözlerim fal taşı gibi açılmıştı.

ALLAHIM! Sonunda hayallerimden biri daha gerçek oldu bu holografik görüntülü aramanı sağlayan bir telefonmuş aah çok mutluyum. Onla birilerini aramayı iple çekiyorum.

Hayal de biraz şaşırmıştı ve hafiften utanarak konuşmaya başladı.

“Ş-şey merhaba Zeynep Hanım…”

Ekranda ki hologram hafiften dalgalandı ve iç çekme sesi duyulmuştu.

“On beş dakika önce Umut da demişti pek aldırış etmemeye çalıştım ama Hanım demene gerek yok aynı yaşta sayılırız Zeynep demen yeterli.”

Böyle deyince yüksek sesli bir kahkaha duyulmuştu bu kesin Fatih’in sesi diye düşünürken arkadan sesi de gelmişti.

“Tabii canııım, hanım demene gerek yok abla desen de olur. Hatta teyze bile diyebilirsin.Ahahaha”

“SEN SUSSANA ORADAN BE SENİ KOKUŞMUŞ HERİF!”

Fatih’in katıla katıla güldüğünü görüp söylediklerine karşı eline ne geçirdiyse fırlatan Zeynep’in yine başında ki damarları tüm sinirini açık edercesine şişmişti. Sakin kalmaya çalışarak tekrar Hayal’e döndü.

“Neyse Hayal hayırdır noldu? Biz konumuza dönelim zevzek işte biliyorsun”

Dedikten sonra gözlerini kapatıp sakinleşmeye çalışırken Hayal’i dinliyordu.

“Şeyy… Ee biz asansörde kaldık da herhangi bir sorun olabilir mi? Bir kontrol edebilir misiniz diyecektim de.”

“Aah öyle mi tabi dur hemen bakıyorum.”

Ekranda kafasını sol tarafa çevirip birkaç şeylere bastığı anlaşılan Zeynep biraz sonra tekrar bize dönmüştü.

“Tamam baktım ve herhangi bir sorun görünmüyor Hayalcim bir sıkıntı yok yani.”

“Ha, öyle mi? Peki o zaman neden önümüzde duran basmamız gereken düğmeler basmamamız için elinden gelen her şeyi yapıp yerinde durmuyorlar? Bu yüzden hareket edemiyoruz tıkıldık kaldık burada ya kıpırdamıyor bile” derken hafiften terlediğimizi hissettim ortam cidden sıcak olmuştu.

“Haa ben size o asansörün biraz tuhaf olduğundan bahsetmeyi unutmuş olabilirim. Malum başımda böyle çocuk ruhlu şımarık dahi olan biri olunca kafa kalmadı ki.” Deyip Fatih’in bulunduğu yere kötü kötü baktığını görüyorduk.

“Nasıl tuhaf?”

“Dediğim gibi aynı onu tasarlayan gibi kendisi de tuhaf eğer canı bir şeye sıkıldıysa onun suyuna gitmenizi tavsiye ederim. Yoksa aksiliği tutabiliyor ve inan hiç çekilmiyor o huyu başıma geldiği için biliyorum. O yüzden azcık temkinli davranırsanız ve azcık da düşünürseniz olay tatlıya bağlanacaktır.”

“Ne yani şimdi kız gibi trip mi atıyor diyorsun?” dayanamayıp araya girmiştim bu çok anlamsız değil miydi? Gerçi buraya geldiğim andan beri her şey tuhaf değil mi zaten? Hayal dışında tabi muhehehe…

“Umut ne diye pişmiş kelle gibi sırıtıyorsun noldu yine?”

“Öh-öhöm! Yo-yok bir şey canım aklıma bir şey geldi de sıkıntı yok.”

“Neyse tamam o zaman çok teşekkürler sizi de rahatsız ettim görüşürüz Zeynep Ha…” ekranın karşısında ona hafiften ters ters bakan surat ifadesini görünce hemen kelimelerini toparlayan Hayal konuşmaya devam etmişti. “…yani Zeynep cidden çok teşekkürler.”

“Bir şey değil canım benim kafana takılan en ufak bir şey de olsa yine aramaktan çekinme tamam mı?” yüzündeki en sevecen gülümsemesi ile konuşan Zeynep’e karşı ben de aynı şekilde karşılık verme hissiyatı olmuştu.

“Peki ararım merak etme görüşürüz.”

-Dur dur hemen kapama!

-Umut’a en iyi kız dikizleme taktiklerimi öğretecektim ben daha unutmuşum. Seninle dalga geçmekten çocuğu unuttuk.

-Demek hepsini bilerek yapıyorsun ha? Sen beni cidden çıldırtıp ecelin olmaya çalışıyorsun galiba. Hepsi yetmiyor birde şu yüzündeki pis sırıtış yok mu? Ahhh beni deli ediyorsun deli!

-Ne var canım nolmuş bunda ne güzel eğleniyoruz işte hem kabul et senin de hoşuna gidiyor. Sana diyorum bu tsundere tavırları sana yakışmıyor diye.

-Ben göstereceğim sana şimdi dereyi seni kokuşmuş otaku. O derede boğulurken bir daha düşünürsün benle uğraşmayı.

Zeynep bu sözleri etrafında alev saçarak söylerken oturduğu koltuktan kalkmış ve Fatihe doğru yürürken gömleğinin kollarını hırsla yukarı sıyırmaktaydı. Sonra yerde kanlar içinde yatan Fatihten uzun bir süre ses çıkmamıştı hatta o kadar uzun süre ses çıkmamıştı ki tüm o hırsına ve öfkesine rağmen Zeynep bile bir an fazla mı abarttım diye düşünüp ona hunharca vurduğu sopayı tekrar eline almış yere çömelip yerde yatan ustasını iki dürtüklemiş ve Fatihin uyumuş kalmış olduğunu anlamıştı. Derinden bir oh çekip tam içi rahatlamıştı ve bir çırpıda onu kucağına almıştı. Tam bir anne şefkatiyle onu odasına taşıyacağı sırada Fatihten gelen mırıltılarına kulak kabartmıştı. Uykusunda onun adını sayıklıyor gibiydi. Yüreğinin şefkati yüzüne de aksetmiş ve hafifçe gülümsemişti. Derken başını hafifçe eğip daha dikkatli dinleyince bu mırıltıların sapıkça sözlerle dolu alaycılık olduğunu anlayınca öfkeyle atmış olduğu adımı çok sert atmış ve kucağındaki adamı kocaman bir taş gibi birden sertçe yere çarpıp yanda duran gözüne ilişmiş sopayla da kıçına sert bir şekilde vurmuş, ardından da kendini sakinleştirmek için söylene söylene odasının yolunu tutmuştu. Yere sinek gibi yapışan Fatihse yüzünde pis sırıtışıyla hâlâ uykusuna devam ediyordu.

Tabii bunları Umut ve Hayal bilmiyorlardı çünkü bütün bunlar telefon kapandıktan sonra yaşanmıştı. Şimdi kameralarımızı tekrar asansör mağdurlarımıza döndürüyoruz. Bakalım ne durumdalarmış öyle değil mi?

 

Telefonun holografik ekranı hızlı bir şekilde ekranın merkezine doğru eridi ve birden aşağıya doğru yok olup gözden kaybolmuştu.

Adamım çok manyak be!!! İyi ki o kapıdan geçmişim, Allah’ım bana bu şansı sunduğun için çok teşekkür ederim.

“ee şimdi ne yapacağız?”

Telefon görüşmesinden kalan yüzündeki gülümsemeyle fıldır fıldır oynaşan düğmelere bakıp düşünen Hayal bana bakıp gözlerini kısmış ve muzip bir ifadeyle seslenmişti.

“Umut cidden bir tuhaflaştın ha. Deminden beri ne dalıp gidiyorsun?”

Yanında duran arkadaşının dalgınlığından fırsat bilen Hayal bitirici vuruşu yapmak için devam etmişti.

“Yoksa… hınzır bir şeyler mi düşünüyorsun ha?”

“Seni gidi seni, asansörde güzel bir kızla kapalı kalmak gibi bir fantezin olduğunu bilmiyordum.” fufufu… 

Ben kendi kendime düşüncelerimde mutlu mesut kaybolmuşken Hayal’in sözlerinin farkına varmıştım ve yüzüm kıpkırmızı kesilip şaşkınlıktan gevelemeye başlamıştım.

“Haa?!”

“S-sen ne diyorsun be!”

“Yok tabii ki de ö-öyle düşünmüyorum. Aslında bir dakika şimdi düşününce bayağı bir şanslı durumdayım ama ge-gerçekten öyle değil yanlış anlama.”

Umut’un bu durumundan bayağı keyif alan Hayal muzipliğini devam ettirmeye karar vermişti.

“Ne yani ben güzel değil miyim? Onu mu demek istiyorsun?”

“Ah kalbim, çok kötüsün Umut!” yalandan suratı düşmüş ve üzülmüş numarası yapan Hayal içten içe kahkahalara boğulurken eli ayağına dolaşan Umut’u gördükçe kahkahalarını bastırmak için ağzını eliyle kapamış ve ağlıyormuş gibi başını iyice eğmişti.

“Y-yok kesinlikle öyle değil. Bak yanlış anladın tamamen yanlış.”

İyice eli ayağı birbirine dolanan Umut freni kopmuş kamyon gibi iyice saçmalamaya başlamış adeta tüm tuşlara basıyordu.

“Ta-tabii ki güzelsin hatta ne güzeli be aşırı çok güzelsin ve tam benim tipimsin. Şu dünyada başıma gelen en güzel şeysin”

“Senin gibi sevgilim olsun yüz milyon borcum olsun yani o kadar güz…

Artık iyice dayanamayacak hale gelen Hayal bu sefer kahkahalarını tutamamıştı ve gülerek arkadaşını sakinleştirmeye çalıştı.

“Tamam tamam sakin ol şampiyon. Sadece çok tatlı olduğun için az takılayım demiştim hepsi o kadar.”

Pancar gibi kıpkırmızı olan Umut o kadar utanmıştı ki ne diyeceğini ya da ne düşüneceğini şaşırmıştı. Aynı anda hem mutlu hem kızgın hem de utanmış hissediyordu.

Derken asansörün içinden garip bir ses duyulmuştu.


BÖHÜÜÜ~~

B08GD9ZNFC AR2018 gitme pembe top kekim

Böhüü~


“Hayal sen de duyuyorsun değil mi?”

“Evet evet, sanki biri ağlıyor ama ses sanki fazla mekanik”

“Aa düğmeler de durmuş. Sonunda bastım artık gidebiliriz” der demez mekanik ağlama sesi daha yüksek sesle devam ederken asansör de titreye titreye hareket etmeye başlamıştı.

“Sence bu ses asansörden geliyor olabilir mi Umut?”

Hayal böyle söyleyince sanki kafamda ufak bir şimşek çakmıştı.

“Tabi ya, bu her şeyi açıklıyor. Gayet mantıklı.”

“Zeynep asansör bir tuhaf dememiş miydi? Bu kesinlikle asansörün işi. O hareketli düğmeler, tripli tripli kapı çarpmalar falan kesinlikle bu olmalı.”

“Hımm…” düşünceli bir ifade takınan Hayal Umut’a hak verircesine bakıp konuşmaya başlamıştı.

“Evet çok haklısın her şey yerli yerine oturuyor böylece bütün o tuhaflıkları asansörün kendisi yapıyor olabilir.”

Hayal böyle konuştuktan sonra boğazını temizlemek için hafif bir hırıltı çıkarıp konuşmaya başladı.

“Affedersin. Sayın asansör neden ağlıyorsun?”

“Hıı…”

Sanki umursamaz bir insanın çemkirme ses tonuna benzeyen bir ses tonuyla asansör konuşmaya başlamıştı.


“Siz insanlar hep böyle geç mi algılıyorsunuz her şeyi, siz fark edene kadar ağlamaktan gözlerimdeki yağlar kurudu be! Dişi değil misiniz hepiniz aynısınız.”

“Kalpsizsiniz KALPSİZ!”

BÖHÜÜ~


Hayal’in tabii ki de feminist duyguları kabarmıştı yüzündeki oluşan sinir damarı ve yumruk yapıp sıktığı sağ elinden belli oluyordu. Ama aynı Zeynep’in tavsiye ettiği gibi her şeye rağmen sakin kalıp güzelce yanıtlamıştı asansörü.

“Ne oldu, kim sıktı senin canını bize söyleyebilirsin çekinme hadi anlat.” 

Asansör yumuşak ve hüzünlü sesle konuşmaya başlamıştı.

“Sev-sevgilim beni terk ettiüüüeeee ühüüü”

“Pembe top kekim beni bırakıp gitti”

“Şimdi ben onsuz ne yapacağım ha söylesene”


“Tama…”

“PUAHAHAHAHAHA!”


Tam Hayal konuşacağı sırada kendimi tutamayıp kahkahalara boğulmuştum ve gözlerimden yaşlar gele gele konuşmaya çalışıyordum.


“Duydun mu Hayal asansörün sev -ahahaha- gilisi varmış, inana-ahahaha-biliyor musun?”

“Ne oldu da terk etti seni. Ayrıca Asansörün konuşabilmesini geçtim sevgilisi olmasına şaşırmam daha da komik sence de öyle değil mi?”

“Aah karnım ağrıdı gülmekten. Senin sevgilin kim peki adı da tuhafmış ne o ekmek kızartma makinesi mi?”

“Ohhhş ne güld…”


BIZZZIP!

BAM! GÜM! BAM! GÜM! FITIFITIFITI!


Gördüğüm manzara karşısında adeta şok olmuştum. Duvardan çıkan ve Umut’u sarıp sarmalayan saydam bir çift el çıkıp var gücüyle Umut’u aşağı yukarı sonra da sağa sola süratli şekilde sallayan bir şey görseniz siz nasıl davranırdınız ki?

Ben öyle afallamış şekilde dururken en samimi ses tonumla duvarları krem beyazı olan asansörle konuşmaya çalıştım.

“Sayın asansör lütfen arkadaşımın kusuruna bakmayın size karşı terbiyesizlik etti farkındayım. Ancak önce bir sakin olup onu yere bırakabilir ve sakince konuşabilir miyiz acaba?”

Sözlerimi işiten asansör deli gibi sarstığı Umut’u birden bırakınca çocukcağız un çuvalı gibi yere yığılmıştı. Ondan gelen hafif iniltilere şimdilik kulak asmayıp devam ettim.

“Anlayışınız için çok teşekkür ederim. Şimdi size hitap edebilmem için adınızı öğrenebilir miyim?”

Bir an için bir sessizlik olmuştu ve asansör sonunda sakince konuşmaya başlamıştı.

“Tabi benim adım cozıırrtt aslşdksdlifkjdflg.”

“Efendim anlamadım?”

“Sana dedim ya adım cozırrrttt asdşlasdjkşkajsf!”


“Anlayamıyorum lütfen tekrar eder misin? Tek duyduğum cızırtı sesi ve anlamsız harfler topluluğu oluyor.”

Küçük bir an sessizlikten sonra sessizliği bölen asansörün mekanik sesi olmuştu.

“Hımm, anladım demek ki adımı duyamıyorsun. Fatih bana isimlerin çok değerli olduğunu ve kötü niyetli insanların eline geçtiklerinde türlü türlü kötü ameller için kullanabileceklerini söylemişti. Sanırım yapılan son güncellemede bunu da eklemiş neyse sorun değil.”

“O zaman şimdilik sen bana Asa diyebilirsin.”


“hııığğğ… Senin neğden derk edildiğgin ağnlğşşıldığ asaağ ne laağ başga bir şeyh uydurhamadın mö…KKKÇŞ!”


Tam Umut ayılıyordu ki saçmalamasını gören asansör sinirlenmiş ve tekrar saydam eliyle bu sefer kafasına aşağı doğru yumruk atmış ve onu tekrar bayıltmıştı.

Acaba düşünüyorum da Umut bu asansörden sağ çıkabilecek mi çok merak ediyorum?

Yirmi dakika sonra…

“Her şeyi anladın değil mi? O yüzden sıkma canını sen, üzülerek söylüyorum ama bunda haksızsın ilk çıkma yıldönümünüzü unutmuş olman senin hatan olsa da samimi bir özürle seni affedeceğine inanıyorum.”

Tam Umut yine patavatsız bir şey söyleyecekti ki ağzını elimle kapadım ve sadece anlamsız sesler ve homurdanmalardan başka bir şey yapamadı.

“Tamam anladım çok teşekkür ederim Hayal dediklerini yapacağım. Bu arada istediğiniz yere geldik. Şimdi kapıları açıyorum, tekrar görüşmek üzere kendinize iyi bakın.”

İçimden derin bir oh çekip rahatlamıştım.

“Ne demek yardımcı olabildiğime sevindim görüşürüz iyi günler.”

Umut kapılar açılır açılmaz fırlayıp çıkmıştı ve ben de arkasından çıkıp birkaç adım attıktan sonra şöyle bir geriye dönüp baktığım sırada kapı tamamen kaybolmuş yerine eskisi gibi açık sarı renkli duvar geri gelmişti.

“Aah sonunda bu iğrenç ama rahatlatıcı lokantaya varabildik. İnan bunu söylediğime ben de şaşırıyorum ama burada olmaktan mutlu oldum. Cehennem gibiydi asansör var ya kaçık psikopat, sevgilisinden trip yemiş bize atarlanan canavarın tekiydi.”

Umut’un sözlerine karşılık muzip bir tavırla “e sen kendin kaşındın ama ne diye damarına basarsın ki?” dedim.

“Gel bir soluklanalım içerde bayağı bir hırpalandın, iyi misin? İstersen bir şeyler içelim. O esnada dinleniriz ne dersin?”

Bunu dedikten sonra Umut’un suratı ekşimişti.

“Yok yok kalsın bugün yeterince sarsıldım zaten bir de adının ve içeriğinin ne olduğu belli olmayan abidik gubidik iğrenç şeylerle hiç uğraşamam şimdi.”

Yuvarlak devasa lokantadaki daha önce açmaya çalıştığımız kapıyı parmağıyla gösterip konuşmaya devam etmişti.

“Zeynep’in verdiği anahtar kartla şu kapıyı açıp bir an önce çıkalım buradan hadi cidden temiz havaya ihtiyacım var.”

Yüzümde tatlı bir gülümsemeyle onu onaylarmış gibi baktım.

“Peki tamam hadi gidelim öyleyse.”